7 Ekim’den beri, yüzlerce gündür, ekranlarımızdan canlı yayınlanan bir soykırımı izliyoruz. Okulların ve hastanelerin bombalandığını, sivillerin toplu olarak öldürüldüğünü gördük. Gazze’de güvenli bir yer yok.

İsrail devleti ve müttefiklerinin propaganda makinesi gerçekleri tamamen çarpıtıyor. Gazze’nin enkaza dönmesini ve binlerce insanın öldürülmesini “7 Ekim Hamas saldırısına karşı meşru müdafaa hakkı” olarak adlandırıyorlar.

Bu propaganda makinesi aynı zamanda sözde feminist “argümanlar” da (mor boyama) kullanıyor. Feminizmi Filistin halkına karşı bir silah olarak kullanmaya çalışıyor.

***

Uluslararası feminist örgütler, İsrail hükümetini ve Gazze saldırısını destekleyenler tarafından 7 Ekim saldırısında Hamas tarafından gerçekleştirilen tecavüzleri kınamaya çağrıldı. Ayrıca “7 Ekim saldırısında kasıtlı ve planlı cinsel şiddet” olarak adlandırdıkları konuyu tartışmak üzere bir BM komitesi kurmayı da başardılar. Katılımcılar arasında ABD savaş makinesinin en üst düzey yetkililerinden biri olan Hillary Clinton gibi kadınlar da yer alacak. Elinde yüz binlerce insanın kanı olan Clinton kadın haklarını “savunacak”….

Aynı propaganda makinesi, Hamas’ın aksine İsrail ordusunun Filistinli kadınlara tecavüz etmediğini ve cinsel saldırıda bulunmadığını iddia etmeye cüret ediyor.

Kadınlara (ve bazı erkek çocuklara ve erkeklere) tecavüz ne yazık ki her savaşın ve her askeri rejimin bir parçasıdır. Dünyanın bu bölgesinde, özellikle Filistinli kadınlara, ama aynı zamanda bazı erkek çocuklarına ve erkeklere yönelik tecavüz ve cinsel saldırı, İsrail Devleti’nin Filistinli kadınlara saldırmak ve boyun eğdirmek için çok uzun zamandır kullandığı bir silahtır.

Filistinli kadınlar sorgulamalar sırasında ve/veya İsrail hapishanelerinde tutuklu bulundukları sırada tecavüze maruz kalmaktadır. Bunlar sadece bazı gardiyanlar, sorgucular, askerler vb. tarafından gerçekleştirilen münferit olaylar ya da uygulamalar değil, çoğu zaman Filistinli kadınlara işkence etme, aşağılama ve kırma planının bir parçası olarak Shin Bet (İsrail güvenlik servisi) görevlilerinin emriyle gerçekleştirilen eylemlerdir. Hapishanede tecavüze uğradıklarını anlatan Filistinli kadınlardan bazıları tecavüzlerinin filme alındığını bildirmiştir. Filme alma işlemi sadece aşağılanmayı, istismarın psikolojik boyutunun yoğunluğunu vs. arttırmakla kalmıyor, aynı zamanda bu videoların Filistinli kadınlar serbest bırakıldıktan sonra onlara karşı bir şantaj aracı olarak kullanılması amaçlanıyor.

Cinsel saldırılar, örneğin askerlerin kadınları soyunmaya ve cinsel organlarına dokunmaya zorladığı kontrol noktalarında ve ordunun Filistinlilerin evlerine yaptığı baskınlar sırasında da belgelenmiştir. Bir ev baskını sırasında rapor edilen son cinsel saldırı, savaştan önce Ağustos ayında El Halil’de gerçekleşmiş, bir ailenin kadınları soyunmaya zorlanmış ve çocuklarının önünde çıplak bir şekilde odadan odaya taşınmıştı. Bu tür cinsel saldırılar sadece erkek askerler tarafından değil, kadın askerler tarafından da gerçekleştirilmektedir.

Filistinli kadınlar ayrıca hapishanedeki yakınlarını ziyaretleri sırasında veya bir duruşmaya katıldıklarında da cinsel saldırıya uğradıklarını bildirmişlerdir.

Bu olaylar ve uygulamalar sadece Arap medyası tarafından haberleştirilmemektedir. Aynı zamanda barış için mücadele eden İsrailli örgütler ve bağımsız bir devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere Filistinlilerin haklarını destekleyen İsrailli örgütler tarafından da rapor edilmektedir. Bunlar arasında vicdani retçi örgütleri, İsrail ordusunda görev yapmayı reddeden ve onu bir işgal ordusu olarak kınayan kişiler, geri kalan Filistin topraklarında ordu operasyonlarını gördükten ve deneyimledikten sonra vicdani reddini ilan eden kişiler, aynı nedenle tekrar hizmet etmeyi reddeden yedek askerler vb. bulunmaktadır.

***

İsrail propaganda makinesi ve müttefikleri tarafından özellikle Hamas’ın hakim olduğu Gazze Şeridi için kullanılan bir başka sözde feminist argüman da Hamas’ın yenilgiye uğratılmasının Filistinli kadınları köktendinci bir İslamcı örgütün baskısından kurtararak onlara fayda sağlayacağıdır.

Herşeyden önce, ayrım gözetmeksizin on binlerce insanı bombalayıp öldürürken kadınları özgürleştirmekten bahsetmek gülünçtür. Ancak bu, gelişmiş Batı toplumlarındaki bazı insanalrı ikna eden bir argümandır.

Bu tür bir argüman ilk kez kullanılmıyor. Aynı argüman ABD’nin Afganistan’ı işgalini “feminist” bir bakış açısıyla meşrulaştırmak için de kullanılmıştı. Anlatı, işgalin Afgan kadınlarını Taliban baskısından kurtaracağı yönündeydi. Yirmi yıl sonra, Afgan kadınları işgal öncesiyle tamamen aynı durumdadır.

Bu aynı zamanda son derece ikiyüzlü bir ‘argüman’, İsrail’in ultra-ortodoks topluluklarında ve bir dizi ‘Hıristiyan’ ülkede kadınlar ağır baskı altında aile içi şiddetin suç olmaktan çıkarıldığı ve küresel LGBTQ hareketinin terörist bir örgüt olarak damgalandığı Rusya’yı düşünün!

İsrail devletinin Filistinlilere karşı yürüttüğü savaşı destekleyen düzen içi feministler, bir soykırım yaşandığını inkâr etmekte, ateşkes talebini, Gazze’ye daha fazla insani yardım yapılmasını vb. desteklemeyi bile reddetmekteler.

Yine de başka feministler de var. Ezilenlerle birlikte ve ezilenler için, dayanışma ve barış için mücadele eden feministler… İsrail’de sol örgütler, sendikalar, vicdani ret örgütleri ve elbette İsrail’in Filistinlilere yönelik sürekli saldırılarını durdurmak için mücadele eden ve bağımsız bir devlet kurma hakkı da dahil olmak üzere Filistinlilerin haklarını destekleyen feminist örgütler var. Askere çağrıldıklarında, ırkçı ve işgalci bir ordunun parçası olmak istemedikleri için bunu reddeden genç erkekler ve kadınlar var. Ve bu reddedişlerinin bedelini hapis ve zulümle ödemek zorunda bırakılıyorlar. Bu örgütlerden, sendikalardan vs. insanlar Filistinlilerin eylemlerine katılıyor, risklere rağmen geri kalan Filistin topraklarındaki mülteci kamplarına gidiyor ve Filistinlilerle bağlar ve ortak mücadeleler kurmaya çalışıyorlar. Savaş sırasında bile aktivistler, Filistinlileri ve evlerini İsrailli yerleşimcilerin saldırılarından korumak için Batı Şeria’ya ve Bedevi kamplarına gittiler, yani canlı kalkan oldular. Bu aktivistler aynı zamanda hükümetlerinin başlattığı savaşa karşı İsrail içinde de eylemler düzenliyor ve tabii ki İsrail devletinin hedefi haline geliyorlar.

Feminist örgütler İsrail’deki bu dayanışma ve barış hareketinin önemli bir parçasıdır. Bu tür feminist örgütlerin en büyüğü olan Women Wage Peace (Kadınlar Barış İstiyor) ve Filistin’deki kardeş örgütü Women of the Sun (Güneşin Kadınları), Hamas saldırısından üç gün önce, 4 Ekim’de, çatışmanın ve şiddetin sona ermesi talebiyle binlerce kişinin katıldığı kitlesel bir eylem düzenledi. Bu, bu türden ilk eylem değildi. Örneğin 2016 yılında Batı Şeria’da 4,000 İsrailli ve Filistinli kadının katıldığı ortak bir eylem gerçekleştirilmişti. İsrail’deki bu örgütler, saflarında kayıplar olsa da savaş patlak verdiğinde pozisyonlarından geri adım atmadılar. Women Wage Peace‘in kurucu üyelerinden Vivian Silver 7 Ekim saldırısında öldürüldü, ancak örgüt Filistinlilerle ortak mücadelenin gerekliliğini savunmaktan, savaşa son verilmesini ve adil bir çözüm bulunmasını talep etmekten vazgeçmedi.

***

Filistinlilerin haklarını ve İsrailliler ile Filistinlilerin ortak mücadelesini savunan güçler küçüktür, ancak uluslararası dayanışma hareketiyle birlikte Filistinlilerin eninde sonunda kan dökme döngüsüne son vereceği ve bölgede adil ve uygulanabilir bir çözüm için bir temel oluşturacağı umuduna sahibiz. Ayrıca 7 Ekim gibi kör saldırıların bu tür hareketlerin gelişmesine yardımcı olmadığı da söylenmelidir. Aksine,bu tür saldırılar  İsrail toplumunun geniş kesimlerini bu hareketlerden uzaklaştırmaktadır. Elbette bu, Hamas’ın uyguladığı şiddet ile 1948’den bu yana Filistin halkına karşı uygulanan şiddet arasında herhangi bir karşılaştırma yapılamayacağı anlamına gelmiyor: Kitlesel sürgünler, suikastler, ekonomik dışlama ve boğma, haklı olarak apartheid olarak adlandırılan bir rejimin yaratılması, bir soykırım politikası vb. uluslararası savaş karşıtı hareket bu açıdan çok önemlidir. Özellikle de sembolizm nedeniyle ABD’deki Yahudilerin öncülük ettiği hareket. “Bizim adımıza değil” diye haykıran bu hareket, İsrail ve ABD hükümetlerini Holokost’u Filistinlilere saldırmak, soykırım yapmak vs. için bir mazeret olarak kullanmaya çalışmakla suçluyor.

Bu hareketlere yatırım yapmalı, bu hareketleri desteklemeliyiz. Ve aynı zamanda İsrail ve Filistin’deki hareketlerle bağlantı kuracak, onları destekleyecek ve güçlendirmeye çalışacak devrimci fikirlere sahip işçi sınıfının kitlesel örgütlerini inşa etmeliyiz. Çünkü Filistin sorunu savaş yoluyla çözülemez. Netanyahu’nun istediği gibi Filistinliler yeryüzünden silinemez ya da Hamas bu şekilde yenilgiye uğratılamaz. Ve kesinlikle Hamas’ın nihai hedefi olan İsrail devleti yok edilemez.

Filistin sorununun çözümünün temelleri ancak enternasyonalist işbirliği ve sınıf mücadelesi ile atılabilir. Pratikte bu, yerleşimcilerin ve askerlerin geri çekildiği bağımsız bir devlet hakkı ve mültecilerin evlerine dönme hakkı da dahil olmak üzere Filistinlilerin tüm haklarını savunan iki toplumlu örgütler, cepheler ve mücadeleler geliştirmek anlamına gelmektedir.

Bu yazı daha önce Internationalist Standpoint sitesinde yayınlanmıştır.