Sovyetler Avrupa’ya “dokunduğunda”
Almanya’nın Kiel kentinde denizcilerin ayaklanmasıyla başlayan Alman Kasım Devrimi, 1918 Kasım’ında başlayıp 1923 yılına kadar devam edecek olan Alman Devriminin ilk aşamasını temsil eder ve dünya işçi sınıfı mücadelesi tarihinde belirleyici bir öneme sahiptir.
Almanya 18.yüzyılın sonunda büyük sanayinin gelişimi İngiltere ve Fransa gibi ülkelerle karşılaştırıldığında geç gelse de 19. Yüzyıl’ın sonunda büyük bir hız kaydeder. Bu da aynı şekilde Alman işçi sınıfının gelişimini de beraberinde getirir. Öyle ki, 1900’lerin başına gelindiğinde sanayi işçisinin sayısı genel nüfusun üçte birine ulaşmıştır.
Bu büyüme yansımasını daha yüksek ücret, günlük 8 saat çalışma hakkı gibi işçi sınıfı mücadelelerinde kendini dışa vururken, elde edilen kazanımlar işçi sınıfının örgütlenmelerinin de gelişilmesine yol açtı. 1870’lerin sonundan 1913 kadar sendikalı işçi sayısı beş katı artarak 2,5 milyon civarına ulaşmıştı.
Bismarck’ın “Sosyalistler Yasa”sı altında baskılar SPD’nin işçiler arasında etki kazanmasını engelleyemez ve yasa kalktıktan sonra SPD daha da büyür ve en fazla seçmene sahip bir işçi partisine dönüşür. SPD ayrıca kadın ve gençlik hareketi içinde oldukça etkiliydi. 1913 yılına geldiğinde SPD bir milyon üyesi olan Reichstag’ın (Parlamento) en güçlü partisi olmuştu.
Diğer taraftan büyüdükçe partide ücretleri ve dolayısıyla yaşam standartları işçi sınıfınınkinden daha iyi olan bir lider kadrosu da oluşmaya başladı. Parti bir buçuk milyon civarında aboneyle onlarca günlük gazete çıkarıyordu. Parti sekreterlerinin yetiştiği parti okulu vardı. Toplamda üç-dört bin çalışanı olan kurumlara sahipti. 1904 yılında partinin her kademesine yerleştirilmesine karar verilen profesyonel bir parti sekreterinin maaşı nitelikli bir işçinin maaşının iki katına tekabül ediyordu. Sendika yöneticilerinin maaşı ise bunun beş-altı katını bulabiliyordu.
Üç kanat
Sosyalist Yasası’nın ardından 1891’deki Erfurt’ta gerçekleşen kongresinde onaylanan program partinin bir kitle partisine dönüşmesinde önemli oldu. Ancak programda ve Kautsky’nin (yazarlardan biri) yaklaşımında önemli bir siyasi sorun hâlâ mevcuttu; çelişkileri nedeniyle kapitalist sistemin “yakın” ve “doğal” çöküşüne işaret eden bir yaklaşım. Buna göre bir tarafta sermaye birikimi diğer taraftan sürekli gelişen işçi sınıfı ve örgütlülüğü arasında keskinleşen çelişkinin sonucu sistemin zorunlu olarak çökecek ve işçi sınıfı sosyalist devrimi gerçekleştirecektir. Bu mekanik yaklaşım, işçi sınıfının iktidarı otomatik olarak ele geçireceğini ön gördüğü için partinin fiilen kendini gündelik taleplerle sınırlamasına yol açacaktı.
Bu yaklaşıma dayalı olarak, daha sonra, şimdi “reformizm” (veya “revizyonizm” olarak bilinen) bir teori yaratan Eduard Bernstein’dı. Buna göre kapitalizm sürekli gelişerek geniş kitlelerin yaşam standardını iyileştirebileceği için sınıf mücadelesi gerekliliğini yitirmiş ve dolayısıyla Marksizm de eskimiştir artık.
Böylece mücadele sistemin sınırları içine hapsoldu ve sosyalizm uzak gelecek için teorik bir hedef olarak itildi.
Öte yandan, parti içinde Rosa Luxemburg liderliğinde sol “radikal sol” olarak tanımlanan ve sınıf mücadelesine yaslanmayı savunan ve kitle grevleri patlak verdiğinde partinin ona liderlik etmesini savunan bir sol kanat oluşturuldu. Bunun dışında kitle grevlerinin sadece parlamento üzerinde baskı oluşturmada yararlı olduğunu savunun Kautsky’nin “Marksist Merkez” kanadı da üçüncü bir kanadı temsil ediyordu.
Savaş kredilerine onay
20. Yüz Yılın başından itibaren ekonomi durgunlaşmaya başladı. Kapitalizmin emperyalist aşamasına geçiş dönemi olan bu dönemde, devletin üzerinde etkili güç olan büyük şirketler özellikle de savaş endüstrisinin kendilerine getireceği karlar için milliyetçilik, sömürgecilik dolayısıyla da savaş ve silahlanma propagandası yapıyorlardı. Kapitalizm, Lenin’in analiz ettiği gibi, giderek daha fazla emperyalist bir karakter kazanıyordu.
Daha Temmuz 1914 yılına kadar yayınlarında savaşa karşı tutum sergileyen ve savaş karşıtı yüzbinlerin mobilize olduğu gösteriler düzenleyen SPD bundan bir ay sonra burjuvazinin ve onun temsilcilerinin savaş sevici heyecanına katıldı. Aynı şekilde sendika konfederasyonu ADGB de tüm sendikal eylemleri ve sürmekte olan grevleri “Burgfrieden” (Almancada bir kale içindeki çatışmalı gruplar arasında ateşkesi ifade eder) çerçevesinde durdurdu.
Spartaküs
Kanatlar arasında denge sağlayan bir figür olarak görülen August Bebel’in ölümünün ardında Friedrich Ebert’in başında olduğu SPD’nin parlamento grubu 4 Ağustos’ta parlamentoda oylanan savaş kredileri ile ilgili önergenin lehinde oy kullandılar. Aralarında Karl Liebknecht’in de olduğu 13 SPD’li milletvekili aslında karşı tutumda olmalarına rağmen parti/grup disiplini kuralından dolayı bu oylamada aynı şekilde lehte oy kullandılar. Sadece Karl Liebknecht çekimser kalmıştı. Aralık ayında yapılan ikinci bir oylamada ise Karl Liebknecht her şeye rağmen karşı oy kullanan tek vekil oldu. Mart ayında yapılan başka bir oylamada da ona “merkez” kanattan Otto Rühle de katıldı.
Daha önce, sadece bir sayı çıkartabildikleri derginin adında hareketle “Internationale” grubu olarak bilinen Rosa Luxemburg, Franz Mehring gibi devrimcilerin temsil ettiği kanat 1916 yılında “Spartacus” adı altında illegal bir yayın çıkartmaya başladılar. Bu andan itibaren de Spartaküs Birliği olarak bilindiler.
USPD
Savaşın başlarında işçi sınıfını da içine almış olan “vatanseverlik” ve savaş heyecanı kötüleşen ekonomik koşullar, pahalılık, kıtlık ve sefaletle birlikte giderek durum değişti ve savaş karşıtlığı giderek görünür oldu. 2015 yılında 141 grev gerçekleşmişken bir yıl sonara bu sayı 240’tı; 1917’de ise 650 bin kişinin katıldığı 562 grev kaydedildi.
Savaşa karşı muhalefet güçlendikçe bu SPD içerisinde de baskı oluşturmaya başlamıştı ve bunun sonucunda parlamento grubundaki savaş karşıtı 18 kadar milletvekili Sosyal Demokrat Çalışma Grubu’nu (Sozialdemokratische Arbeitsgemeinschaft) kurmuşlardı. Bunlar SPD’den ihraç edilince grup 1917’de Bağımsız SPD anlamına gelen USPD’yi kurdular ve bundan sonra SPD de gayrıresmi olarak Çoğunluk (Mehrheit) anlamında MSPD olarak anılacaktı.
Spartaküs Birliği’nin yanı sıra savaş karşıtı tutumundan dolayı Bernstein’ın da USPD’ye katılmasıyla yeni parti, MSPD’deki her üç kanadın temsilcileri de kapsamış oluyordu. Geniş bir parti olarak kurulan USPD hızla bir kitle partisine dönüştü. Spartakistler partide içerisinde kendi bağımsız yayınları ve yapılarını açıktan sürdürecek şekilde bulunuyorlardı.
USPD açık bir Marksist programı, devrimci taktikleri ve stratejisi olmayan sol bir kitle partisi olsa da içindeki grupların açıktan çalışma yapabilme imkânı vardı. Ayrıca bir işçi partisi olan SPD’den kitlesel bir biçimde bölünmüş olması nedeniyle işçi sınıfı içerisinde güçlü bir bağı olan bir partiydi. Bunlar Spartaküs Birliği’nin partiye katılmasında belirleyici faktörlerdi; böylece radikalleşmiş kitlelerden ve işçi sınıfından izole olmayacaklardı.
Devrim
Almanya 1849’daki devrimden sonra burjuvazinin korkaklığından kaynaklı olarak monarşi ile uzlaşmasının ardından parlamenter monarşi rejimini benimsemişti. Bir parlamento mevcut olsa da esas yetki Kayzer’e (imparator) aitti. Hükümet parlamentoya değil Kayzer’e karşı sorumluydu.
Devrimin ayak sesleri iyiden iyiye duyulmaya başlayınca egemenleri panik sarmaya başladı. Özellikle bir sene önce Rusya’da gerçekleşen Bolşevik devrimin de yarattığı korkuyla da bazı ödünler vererek basıncı düşürmeye çalıştılar. Böylece, şansölye olarak Prens Max von Baden yönetiminde bir hükümet kuruldu; bu hükümet parlamentoya karşı sorumluydu ve ilk kez iki SPD üyesi, Scheidemann ve Bauer buna katıldı. SPD liderliği bu reform ile aslında anayasal hedeflerine ulaştıklarını düşünüyorlardı. Hatta Ebert için Kayzer’in tahtan inmesi bile gerekli değildi. Ancak bu manevra kısa sürede yetersiz kaldı.
Savaşın kaybedileceği kesin olmasına rağmen Alman deniz filosu yüksek komutanlığı İngilizlerle bir deniz savaşına girişme emrine denizciler itaat etmeyerek isyan çıkarmışlardı. İsyanın elebaşları olarak görülen 47 denizci Kiel’e getirilerek orada tutuklandı. Bunun üzerine 3 Kasım’da arkadaşlarını bırakılmasını isteyen denizciler ve onlara destek veren işçilerin gösterileri devrimin fitilini ateşleyen çatışmalara dönüştü: Artık devrim başlamıştı.
Bir süre sonra işçilerin ve askerlerin (er) oluşturduğu öz yönetim yapıları olan işçi-asker konseyi (şura) kentin denetimini ele geçirdi. Devrim, Almanya’nın kuzey ucunda bulunan Kiel’den ertesi gün, 4 Kasım’da, hızlı bir biçimde Lübeck, Bremen, Hamburg gibi diğer kuzey şehirlerine yayıldı. Bir gün sonra ise en doğudaki Leipzig, batıdaki Köln ve en güneydeki Münih’e ulaşmıştı artık. Mantar gibi yerden bitercesine her yerde işçi-asker konseyleri kuruluyordu.
Monarşinin sonunu getiren ise esas olarak 9 Kasım için Berlin’de askeri diktatörlüğün ve hükümetin devrilmesi hedefi ile yapılan genel grev çağrısı oldu. O gün Berlin’in yüzbinlerce işçi birçok koldan ellerinde “Birlik”, “Hukuk ve Özgürlük” ve “Kardeşler Ateş Etmeyin!” sloganlar yazılı pankart ve dövizlerle kent merkezine doğru akın ediyordu. Askerler ya kitleye katılıyor ya da tarafsız kalıyordu. Sadece bir yerde, subayların emriyle kitleye ateş edilmesi sonucu üç işçi hayatını kaybetti. Fakat kısa zaman sonra Berlin devrimci işçi ve askerlerin kontrolüne geçmişti artık.
Karşı kamp o kadar bir çaresiz halde olmalıydı ki Prens Max von Baden, aslında o sırada Belçika’da bir yerde bulunan Kayzer’in cevabını beklemeden Kayzerin tahttan çekildiğini ilan ederek MSPD lideri Ebert’i şansölye ilan etti. Ebert ve kapitalistlerin esas korkusu sosyalist bir devrimin gerçekleşmekte olduğuydu. Kayzer’i çekilmeye ikna etmeye çabalarken Ebert’in sarf etti sözler bu korkuyu çok iyi gözler önüne serer: “Eğer Kayzer tahtan çekilmezse sosyal devrim kaçınılmazdır. Fakat bunu istemiyorum, evet ondan günahmış gibi nefret ediyorum”.
Ve nihayetinde Scheidemann 9 Kasım’da parlamento binasının balkonundan gösteri yapmakta olan kitlelere tamamen spontane bir biçimde seslenerek Cumhuriyeti ilan etti.
Diğer taraftan bundan birkaç saat sonra ise başka bir yerde Karl Liebknecht Almanya Özgür Sosyalist Cumhuriyeti’ni ilan Birkaç saat sonra Karl Liebknecht, Almanya’nın Hür Sosyalist Cumhuriyeti’ni ilan etti ve diğer şeylerin yanı sıra açıkça görevin henüz tamamlanmadığını ve bir işçi ve asker hükümetinin kurulması gerektiğini belirtti: “…görevimizin tamamlandığını sanmamalıyız. Tüm kaynaklarımızı işçi ve asker hükümetini kurmak ve proletarya için yeni bir devlet düzeni, Alman kardeşlerimiz ve dünyanın her yerindeki kardeşlerimiz için bir barış, mutluluk ve özgürlük düzeni yaratmak için kullanmalıyız. Onlara elimizi uzatıyor ve onları dünya devrimini tamamlamaya çağırıyoruz. İçinizden kim özgür sosyalist Almanya Cumhuriyeti’nin ve dünya devriminin gerçekleştiğini görmek istiyorsa, yemin etmek için elini kaldırsın”. İstisnasız tüm eller havaya kalkar; “Yaşasın Cumhuriyet!” diye haykırılır!
Çifte iktidar
Gerçekten de devrim daha tamamlanmamıştı. Bir tarafta 3’ü MSPD’den 3’ü de USPD’li üyenin oluşturduğu ve Halk Temsilcileri Konseyi olarak ifade edilen kabine vardı. Eski idari aygıt, memurlar, müşavirler vs. olduğu gibi duruyordu. Diğer tarafta da işçi sınıfının işçi-asker konseyleri. Yani işçi iktidarının organları karşısında kapitalistlerin devlet organlarında oluşan hem eski devlet aygıtının hem de işçi iktidar organlarının paralel olarak işlediği ikili bir iktidar söz konusuydu.
Kitlelerde oluşan devrimin tamamlandığı duygusuna rağmen işçi iktidarı sağlam değildi. Burjuva güçler, işçi sınıfı güçlerinin hüküm sürmesini engellemek için canla başla çalışıyorlardı. MSPD liderliğinin bundan sonraki hedefi gücü işçi-askere konseylerinden ulusal meclise kaydırarak bir işçi sınıfı iktidarını önleyip bir burjuva parlamenter sistem kurmaktı. Bunun için konseylere karşı direk cephe almak yerine konseylere girerek ve onların içerden altına oyarak onları kısa sürede işlevsiz ve gereksiz kılmak taktiğine uyguladılar.
Ebert ayrıca Halk Temsilcileri Konseyi üyesi olarak Yüksek Ordu Komutanlığı adına General Wilhelm Groener ile Eber-Groener Paktı olarak bilinen devrimcilere karşı ortak eylemler için gizli bir anlaşma yaptı.
Birçok işçi nezdinde esas zorlu olanın geride kaldığı ve devrimin neredeyse tamamlandığı duygucusunun hâkim olduğu çifte iktidar dönemi haftaları boyunca işçi-asker konseylerinin yetkileri parça parça yok edildi. Ebert’in belirleyici hamlesi 16-24 Aralık’ta yapılan ilk Konseyler Genel Kongresi’nde (Reichsraetekongreß ) oldu.
Bu önemli kongredeki 492 delegenin sadece 179 tanesi işçiydi, geri kalan delegelerin hepsi aydın, serbest meslek erbabı ve sendika ve parti yöneticileriydi. Delegelerin %75’i MSPD üyeleri veya müttefikleriydi; USPD delegelerinin kalan %25’inden sadece 10’u Spartakistti.
Ve nihayet kongrede kararlaştırılacak asıl mesele, yeni devletin üzerinde inşa edileceği temelin konsey demokrasisi mi yoksa parlamenter demokrasi mi olması gerektiğiydi. USPD’nin konsey demokrasisi yönünde verdiği önerge 344’e karşı 98 oyla reddedildi. Delegelerin ayrıca yetkilerini Halk Temsilcileri Konseyine devretmesiyle işçi-asker konseyleri kendi iktidarını kendi eliyle bitirmiş oldu.
KPD ve Ocak Ayaklanması
Spartakistler USPD’nin kongredeki sağlam olmayan duruşuna karşı partiden ayrılıp 1 Ocak 1919’da IKD (Internationale Kommünisten Deutschland) grubuyla ile Almanya Komünist Partisi, KPD’yi kurdular.
Diğer taraftan halihazırda Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht gibi devrimci önderlere karşı uzun zamandır nefret kampanyaları sürüyordu. Hükümet, Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht’i ortadan kaldırmak ve böylece deyim yerindeyse devrimin başını ezmek için bir fırsat arıyordu.
Hükümetin, USPD üyesi Emil Eichhorn’u 4 Ocak’ta Berlin polis şefi olarak görevden alması kasım ayında olduğu gibi ikinci bir devrim dalgasını neredeyse kendiliğinden tetikledi. Ertesi gün için yapılan protestolar silahlı bir ayaklanmaya dönüştü.
6 Ocak’ta başkomutan olarak atanmış olan MSPD’li Gustav Noske ordu dışında, çoğunlukla eski rejimin terhis edilmiş gerici askerlerinden oluşan ve birçoğunun sonraki yıllarda Nazilere katıldığı silahlı gönüllü gruplar olan Freikorbları kente soktu. Bunlar aralık ayından bu yana güvenlik ve düzeni sağlamaları için tahsis edilmişlerdi. Ocak Ayaklanması Freikorblar tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Reisimi olarak 156 kişi hayatını kaybetse de gerçekte sayı daha fazlaydı.
15 Ocak’ta Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht saklandıkları bir evden askerler tarafından kaçırılarak Yüzbaşı Waldemar Pabst’ın operasyon merkezine dönüştürülmüş olan Eden Otel’indeki odasına götürdüler. Kısa süre sonra iki devrimci önder kötü muamele eşliğinde dışarda bekleyen arabalara sürüklenerek öldürülürler. Pabst daha sonraki yıllarda cinayetleri Ebert arka planda olmak üzere Noske’nin onayı ile yaptığını övünerek itiraf emiştir.
Daha sonraki haftalarda Freikorblar eliyle diğer şehirlerdeki tüm devrimci işçi-asker konseyleri bir bir ortadan kaldırıldı. Son olarak Mayıs 1919’da Münih Konsey Cumhuriyeti aynı şekilde kanlı bir biçimde yıkıldı ve komünist lider Eugen Leviné idam edildi. Ama esas olarak 1923 yılına kadar devam edecek olan Alman Devrimi’nin ilk aşaması Rosa ve Karl’ın öldürülmesi ile kapanmıştı.
Sonuç olarak
İşçi sınıfın en büyük partisi SPD’nin tabanını oluşturan işçi ve askerlerin sırtladığı ve dünya devrimi açısında belirleyici büyüklükte bir devrim olan Alman Kasım Devrimi aynı şekilde SPD’nin liderliğinin ihanetiyle bastırıldı.
Alman Devrimi’nin bastırılması, aslında Rus devriminin izolasyondan kurtulması için son umudun da yitirilmesi anlamına geliyordu. Bunun sonucunda da Sovyet Cumhuriyeti Stalinizmi doğuran koşullarla karşı karşıya kaldı. Özellikle 1930’lar ve sonrasında Stalinizmin dünya devrimi için oynadığı belirleyici olumsuz rol dikkate alındığında, Alman Devrimi’nin yenilgisinin tarihin akışını belirlediği söylenebilir -özellikle de faşizm ve tarihin en büyük felaketi olan II. Dünya Savaşı göz önünde bulundurulduğunda.
Alman Devrimi’nin yenilgisinde önemli bir faktör, Sosyal Demokrat Parti liderlerinin ihanetiydi. Sol hareket içinde “küçük” görünen siyasi sorunlar, kapitalist siyaset yapma biçiminin kabulüne yol açtı ve bu da devrimin ezilmesine yol açtı. Bu, Spartakistlerin, Rus devrimindeki Bolşevikler’in aksine sıkı bir teşkilatlanma ile net bir strateji ve programa sahip bir partiden yoksun olmaları ile birleşince felakete yol açtı. Rusya koşullarında başarılı olan devrim Almanya’da başarısız olmuştu. Bu ise özellikle günümüzde halen dünya çapında devrimci kitle partisi biçiminde bir temsilden yoksun işçi sınıfı hareketi için nasıl bir parti meselesinde çıkarılması gereken önemli başka bir derstir.